• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası

YAŞAMA SANATI


Bir yaşam ustası, ormanda yürürken olağanüstü manzara karşısında hayranlığını gizleyemez. Dünyayı ilk kez görüyormuş gibi etrafa bakınır; gökyüzü meltem olup esmekte,
ırmak akmakta, ağaçlar gözlerini dikip sanki ona bakmaktadır.
Doğal güzelliğin içinde kaybolur adeta;
“Şu dağların heybeti, şu ormanın yeşilliğine hayran olmamak elde değil. Görsel bir şölen…”, sözünü tamamlayamadan bir kaplanın üstüne atlamak için hamle yaptığını görür. Bir sarmaşığa tutunarak uçurumdan aşağı iner. Kaplan farklı bir yolu kullanıp yanı başında bitivermiştir. Usta tekrar yukarı tırmanmaya başlar, bu arada bir sincabın sarmaşığı kemirdiğini görür; aşağıda ise kaplan ağzını açmış onu beklemektedir.
O arada önündeki dağ çileğini fark eder ve onu koparır. ‘Hayatımda bu kadar canlı bir renk görmedim’ der ve özenli bir şekilde ağzına atar; ‘Bu lezzette bir çilek hiç yememiştim,’ demeye kalmadan sarmaşık kopar ve kaplana yem olur.

İşte anı yaşamaya çok çarpıcı bir örnek! Usta, ölümüne saniyeler kala bile yaşamın hakkını veriyor, çileğin rengini görüp, lezzetini tadabiliyor. Maalesef hayat doğası gereği üzerimize sürekli kaplanlar gönderecektir.
Bize düşen şey hem onlardan kaçmak, hem de önümüze çıkan
dağ çileklerini fark etmek, onlara hak ettikleri değeri vermek olmalıdır.

Bu kaçış anlarında önemli bir şeyle karşılaşınca diğerlerinden vazgeçmemiz gerekmiyor, sadece ona odaklanmamız yeterli.
Yani bir anlamda hem yaşamak için bir nedenimiz (hayalimizkaplan) olacak, ona ulaşacağımızı düşünerek 
mücadele edeceğiz hem de kıyıda köşede fark edilmeyi bekleyen güzellikleri –çilekler– göreceğiz; ailemize, kendimize zaman ayıracağız,
doğanın, kültürel ve evrensel değerlerin korunmasına katkı sağlayacağız.
Hayatta kontrol edemeyeceğimiz şeyler de olacaktır tabii ki, bu çok doğal bir şeydir.
O günlerde her şey elimizin altından kayıp gidiyor gibi gelse de –ki bu bazen olur, olacaktır, o da renktir– arkamıza yaslanıp,
durumun saçmalığının keyfini çıkarmak, gülüp geçmek daha yaratıcı ve sağlıklı olmaz mı? 
 Ölüm yok ya sonunda; tabii var, olmaz mı!

                                                            Şimdi sözü ustalara bırakalım:
                                         H
ayat kitap okumaya benzemez, küt diye bitiverir.  
Yaşamınızı düzene sokmanız için ölüm sizi beklemez, haber vermeden 
aniden gelir! Bir mesaj bırakmaya veya telefon etmeye vaktiniz olmadan onun gelmesinden korkarsanız onu değil, yaşamayı engellersiniz.
       
 Yaşadığınız anın kıymetini bilerek zamanınızı kaliteli geçirdikçe ölüm korkunuzda hafifleyecektir.
Hiç ölmeyecekmişsiniz gibi davranırsanız bu yaşama
sevinciniz açısından son derece sakıncalıdır! 
Bu durumda önemli olan birçok şeyi daha sonraları nasıl olsa yaparım düşüncesiyle ertelemeye başlarsınız. 
Hadi gelin şimdi elinizi göğsünüze, yüreğinizin üzerine götürün.
Hissettikleriniz, yaşamınızın gerçek saatinin sesidir. Bu saat bir gün susacak; bundan emin olabilirsiniz.
V
e mezarınızın başına gelenler mezar taşınızda –olursa tabii– iki tarih görecekler; biri doğumunuzu, öbürü ölümünüzü gösteren! Hayatınızın tümünü bu iki zaman dilimi arasında yaşadıklarınız belirleyecek.
Size düşen şey bu aralıkta önünüze çıkan her olayın tadını çıkarmak! 
Mezara giderken yanınızda ne işinizi, ne ailenizi, ne aklınızı, ne de sabahtan akşama kadar zihinlerinizi meşgul eden şeyleri götürebilirsiniz! Son nefesinizi verirken bankada şu kadar paranızın, garajda son model bir arabanızın olduğunun hiçbir önemi kalmayacak, nasıl olsa sizin olanlar başkalarının olacak!

Doğum ve ölüm! 
İnsanların arkalarında hiçbir şey göremediği, karanlığa açılan iki kapı sanki!
Birinci kapıdan girerken hayatımızın ateşi yanıyor, ikinci kapıdan çıkarken o ateş sönüyor.

Şimdi bize düşen şey, ustanın dediklerine kulak vermek ve bu iki kapı arasında geçen zaman diliminin gerçek tadını almak için
  yaşama cesaretini göstermek!
Yaşamın sanat oluşunun altında da bu neden yatmıyor mu zaten! 

Gücümüz neye yetiyorsa onları gerçekleştirmeye bakalım!
Gönülden istediğimiz şeyleri yapalım, hayatımızı canlandıracak, bize güç, 
esenlik ve iç sıcaklığı
verecek şeyleri!
Ve gelin, bizi güçsüz kılan, boğan, uyuşturan, donuklaştıran, 
adeta yaşayan ölü haline getiren şeyleri yapmaktan vazgeçelim.
Hayatımızı tam anlamıyla yaşayalım ve hissedelim, son ana, ateşimizin sönme anına gerçekten yaşanmış bir hayatla birlikte tortudan,
yanıp kül olmuş kaleden başka bir şey bırakmayalım. Neden derseniz, yaşam oyununu ancak böyle kazanabiliriz!

Çünkü adına hayat dediğimiz bu yolculuk, ‘aman efendim, yaman efendim’ diyerek, onun bunun elini eteğini öperek,
sağda solda yan gelip yatarak, riskten kaçarak, iyi korunmuş bir vücutla mezara gitmek değildir.
Aksine, Mevlâna’nın aşağıda yer alan dizelerinde söylemeye çalıştığı gibi; bazen sağa sola savrulmuş, yara bere içinde, tümüyle bitap düşmüş olarak “vay anasını be, ne yolculuktu ama!” diye haykırmaktır.

Ruh bedenden ayrıldığında
Tanrı tarafından cennet kapısında durdurulmuş:

“Ne yazık! Aynen gittiğin gibi geri dönmüşsün. 
Oysa hayat olanaklar bolluğudur. 
Yolculuğun sen de bıraktığı darbe izleri ve çizikler nerede?   

Anlaşılan Yüce Tanrı kendi olanaklarımızla neler yapabileceğimizi  görmek istiyor; sınırları zorlamamızı ve mücadele ruhumuzu yitirmeden hayata asılmamızı arzu ediyor. Kendimize güvenerek yaşamın kapısını çalmamızı ve suya sabuna dokunmamızı bekliyor.
O zaman amaçsızca sürüklenip gitmesine izin verdiğimiz mutluluk anları için ah edip, vah edip sızlanacağımıza elimizdeki olanakların farkına varalım ve toparlanalım.

Belki de hayat sırf bu nedenlerden dolayı tüm ayrıntıları bir daha gözden geçirerek fark yaratmamızı
ve şaşılası şeyler yapmaya muktedir olduğumuzu bir kez daha düşünmemizi arzu ediyor. 
Hayatımızın tüm parçalarının bir amaç etrafında bütünleşmesi sırasında kötü dönemler, yanlış kararlar, bizi sıkıntıya sokan durumlar olmuştur ve olacaktır da. Bununla birlikte mutlu, huzurlu günlerimiz, başarılarımız, coşku duyduğumuz dönemlerimizde olacaktır.
Yaşamın güzelliği böyle zıt kutupların varlığında aranmalıdır. 
Yaşamanın bir sanat olmasının nedeni de iyiyle kötüyü bilinçli bir şekilde dengede tutma ustalığından gelmez mi?