Bir yaşam ustası, ormanda yürürken olağanüstü manzara karşısında hayranlığını gizleyemez. Dünyayı ilk kez görüyormuş gibi etrafa bakınır; gökyüzü meltem olup esmekte,
ırmak akmakta, ağaçlar gözlerini dikip sanki ona bakmaktadır.
Doğal güzelliğin içinde kaybolur adeta;
“Şu dağların heybeti, şu ormanın yeşilliğine hayran olmamak elde değil. Görsel bir şölen…”, sözünü tamamlayamadan bir kaplanın üstüne atlamak için hamle yaptığını görür. Bir sarmaşığa tutunarak uçurumdan aşağı iner. Kaplan farklı bir yolu kullanıp yanı başında bitivermiştir. Usta tekrar yukarı tırmanmaya başlar, bu arada bir sincabın sarmaşığı kemirdiğini görür; aşağıda ise kaplan ağzını açmış onu beklemektedir.
O arada önündeki dağ çileğini fark eder ve onu koparır. ‘Hayatımda bu kadar canlı bir renk görmedim’ der ve özenli bir şekilde ağzına atar; ‘Bu lezzette bir çilek hiç yememiştim,’ demeye kalmadan sarmaşık kopar ve kaplana yem olur.
İşte anı yaşamaya çok çarpıcı bir örnek! Usta, ölümüne saniyeler kala bile yaşamın hakkını veriyor, çileğin rengini görüp, lezzetini tadabiliyor. Maalesef hayat doğası gereği üzerimize sürekli kaplanlar gönderecektir.
Bize düşen şey hem onlardan kaçmak, hem de önümüze çıkan dağ çileklerini fark etmek, onlara hak ettikleri değeri vermek olmalıdır.
Bu kaçış anlarında önemli bir şeyle karşılaşınca diğerlerinden vazgeçmemiz gerekmiyor, sadece ona odaklanmamız yeterli.
Yani bir anlamda hem yaşamak için bir nedenimiz (hayalimiz–kaplan) olacak, ona ulaşacağımızı düşünerek mücadele edeceğiz hem de kıyıda köşede fark edilmeyi bekleyen güzellikleri –çilekler– göreceğiz; ailemize, kendimize zaman ayıracağız,
doğanın, kültürel ve evrensel değerlerin korunmasına katkı sağlayacağız.
Hayatta kontrol edemeyeceğimiz şeyler de olacaktır tabii ki, bu çok doğal bir şeydir.
O günlerde her şey elimizin altından kayıp gidiyor gibi gelse de –ki bu bazen olur, olacaktır, o da renktir– arkamıza yaslanıp,
durumun saçmalığının keyfini çıkarmak, gülüp geçmek daha yaratıcı ve sağlıklı olmaz mı? Ölüm yok ya sonunda; tabii var, olmaz mı!
Ruh bedenden ayrıldığında
Tanrı tarafından cennet kapısında durdurulmuş:
“Ne yazık! Aynen gittiğin gibi geri dönmüşsün.
Oysa hayat olanaklar bolluğudur.
Yolculuğun sen de bıraktığı darbe izleri ve çizikler nerede?
Anlaşılan Yüce Tanrı kendi olanaklarımızla neler yapabileceğimizi görmek istiyor; sınırları zorlamamızı ve mücadele ruhumuzu yitirmeden hayata asılmamızı arzu ediyor. Kendimize güvenerek yaşamın kapısını çalmamızı ve suya sabuna dokunmamızı bekliyor.
O zaman amaçsızca sürüklenip gitmesine izin verdiğimiz mutluluk anları için ah edip, vah edip sızlanacağımıza elimizdeki olanakların farkına varalım ve toparlanalım.
Belki de hayat sırf bu nedenlerden dolayı tüm ayrıntıları bir daha gözden geçirerek fark yaratmamızı
ve şaşılası şeyler yapmaya muktedir olduğumuzu bir kez daha düşünmemizi arzu ediyor.
Hayatımızın tüm parçalarının bir amaç etrafında bütünleşmesi sırasında kötü dönemler, yanlış kararlar, bizi sıkıntıya sokan durumlar olmuştur ve olacaktır da. Bununla birlikte mutlu, huzurlu günlerimiz, başarılarımız, coşku duyduğumuz dönemlerimizde olacaktır.
Yaşamın güzelliği böyle zıt kutupların varlığında aranmalıdır.
Yaşamanın bir sanat olmasının nedeni de iyiyle kötüyü bilinçli bir şekilde dengede tutma ustalığından gelmez mi?